19 Ağustos 2013 Pazartesi

Viva Zapata! (1952)

 




John Steinbeck'in senaryosuyla, Elia Kazan'ın yönetmenliğinde ve Marlon Brando'nun oyunculuğu ile bütün taşların yerli yerinde olduğu bir film.

Filmde benim için biyografik içeriği veyahut western özelliklerinden daha çok bağımsızlık teması ön plana çıkıyor. Bu alandaki en iyi örneklerden biridir.
Zapata’nın mücadelesinin gelişimini ve bunun halkla buluşması sonucunda devrime katkılarını/katılımlarını başarılı şekilde anlatmış Elia Kazan. Benim için yönetmenin en iyi 2.filmidir.(1 numara: Rıhtımlar Üzerinde)

1953'te Anthony Quinn'in "en iyi yardımcı aktör" Oscar'ını kazandığı Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi töreninde film 4 dalda daha ödüle aday gösterilmişti. Bunlar "En iyi aktör" (Marlon Brando), "en iyi senaryo" (John Steinbeck), "en iyi müzik" (Alex North) ve "en iyi dekor" ödülleriydi. Marlon Brando'ya ayrıca Cannes Film Festivali ve BAFTA "en iyi aktör" ödülleri verildi.

Filmden her biri tek tek anlamlar yüklü replikler:
Hepimiz aynı topraktan yapılmış olsak da, bir testi bir vazo değildir.

-Bir atasözümüz var; iyi giyimli bir adam iyi düşünceli bir adamdır.

-İpek içinde bir maymun yine de maymundur.

Güçlü bir adamı zayıf bir halk meydana getirir. Güçlü bir halkın ise güçlü bir adama ihtiyacı olmaz.

Kanunlar yönetmez, insanlar yönetir.

Öyle uzun zamandır savaşıyorum ki barışı anlayamıyorum.

Bazen ölü bir adam korkunç bir düşman olabilir.

Tarla kadın gibidir; bütün hayatın boyunca onunla yaşarsın, senin olmadığını öğrenmek zordur.

Ve eviniz yakılırsa yeniden yapın, tahılınız mahvolduysa yeniden ekin. Çocuklarınız ölürse daha çok doğurun. Sizi vadiden atarlarsa dağlarda yaşayın ama yaşayın. Hep liderler arıyorsunuz, hatasız güçlü adamlar. Hiç yok, sadece sizin gibiler var. Değişirler, bırakırlar, ölürler. Liderler yok, sadece siz varsınız. Güçlü bir halk, süren tek güçtür.

Barış zor sorun. Çok adam savaşta dürüsttü, ama barış… Bir adamın barışın baskısı altında nasıl dürüst kalabileceğini sık sık merak ederim.

Amacımız topraktı, bir düşünce değil. Aileleri besleyecek tahıl ekili toprak. Özgürlük bir kelime değil ama akşam evinin önünde güven içinde oturan bir adam. Barış bir rüya değil! Dinlenmek, nezaket için zaman. Kafamda bir soru var: Kötü bir hareketten iyi bir şey çıkabilir mi? Bu kadar şiddetten sonunda nezaket çıkabilir mi? Bu kadar cinayetten barış çıkabilir mi? Düşünceleri öfke ve nefret içinde doğmuş bir insan barışı sürdürülebilir mi? Barış içinde yönetebilir mi, bilmiyorum?

 

 

The Great Dictator / Büyük Diktatör (1940)

 




Filmin ilginç yanlarından birini, Chaplin'in filmin çalışmalarına 1938′de başlamış olması ve filmi savaşın daha 2.yılında çekmiş olmasına rağmen Hitler gerçeğini/tehlikesini büyük sanatçılara yakışan sorumlulukla öngörülerine yedinci sanatta yer vererek bütün dünyaya yansıtmış olması oluşturuyor. Sinema ideolojik bir aygıt ise o bunun nimetlerinden fazlasıyla yararlanmıştır bu örnekte. Hitler'den hareketle nazilere ve faşizm düşüncesine, onun tüm uygulamalarına oklarını yöneltmiştir.

Chaplin sinema sanatının verdiği olanaklarla sivri dilini ustaca kullanmış ancak olağan denebilecek şekilde filmin Almanya’da ve İtalya‘da gösterilmesi yasaklanmıştır. Söylentiye göre, Hitler gizlice getirtip izlemiş filmi. Film hakkında ne düşündüğü bilinmiyor; ama Chaplin, Hitler’in filmini izlediğini öğrenince 'film hakkında ne düşündüğünü öğrenmek için her şeyi verirdim' demiş.

Filmi önemli kılan nedenlerden biri de Chaplin'in Modern Zamanlar'daki sözleri belli olmayan şarkısından sonra tamamen sesli denebilecek ilk filmi olmasıdır.

Filmde kullanılan isimler:
Almanya‘nın karşılığı filmde Tomania: Çürümüş ette bulunan zehir anlamına gelen İngilizce ptomaine sözcüğüne gönderme.
İtalya karşılığı Bacteria: Anlaşılacağı üzre bakteri demek.
Adolf Hitler yerine Adenoid Hynkel adını kullanmış Chaplin.Adenoid geniz eti demek.
Hitler‘in sağ kolu ve propaganda işlerini yöneten Goebbels yerine Garbitsch kullanılmış, okunuşu ingilizce “garbage” kelimesine benziyor; yani çöp.

 

 

18 Ağustos 2013 Pazar

Masumiyet (1997)

 




Zeki Demirkubuz bir söyleşisinde "bütün bilimsel çabalara rağmen insan bence hala Dostoyevski'nin dediği gibi kocaman bir labirenttir" derken bu filmdeki üç karakterden hareketle çok fazla örneği olan ancak fazla yanısıtılmayan insanlara ayna tutuyor. Böyle bir bakış açısında karşımıza çıkan acılı öyküleri başarılı bir şekilde anlatıyor yönetmen. Bu başarıda; bu filmdeki usta oyuncuların, ikinci filmde ise genç ama yetenekli yine iyi oyuncuların katkısı yadsınamaz.

2006 yapımı Kader filmi ise Masumiyet'in devamı niteliğinde Uğur ve Bekir'in tanışmalarını anlatır. Henüz izlememiş olanlar ilkin onu izleyerek öyküye başlayabilirler.

Filmin en iyi sahnelerinden biri:
Bekir'in 8-9 dakika 20 yıllık aşkını(ek olarak aşkın tarifini yaptığı) ve yaşadıkları olayları anlattığı sahne.

Filmin son sözü Samuel Beckett'den: 

''Hep denedin, hep yenildin. Olsun, yine dene yine yenil.''
 
Aldığı Ödüller:
34. Antalya Altın Portakal Film Festivali

‘Halk Jurisi Avni Tolunay Ödülü’
‘En İyi Kadın Oyuncu’ (Derya Alabora)
‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ (Haluk Bilginer)

10. Ankara Film Festivali:

‘En İyi Kadın Oyuncu’ (Derya Alabora)
‘En İyi Erkek Oyuncu’ (Haluk Bilginer)

11. Adana Altın Koza Film Festivali:

‘En İyi Kadın Oyuncu’ (Derya Alabora)
‘En İyi Erkek Oyuncu’ (Haluk Bilginer)
‘En İyi Yönetmen’ (Zeki Demirkubuz)
‘En İyi Kurgu' (Mevlüt Koçak)

Diarios de motocicleta / Motosiklet Günlüğü (2004)

 




Ben, ben olmadan önceki ben.

Ernesto Che Guevara De La Serna ve Alberto Granado’nun 1952’de Arjantin'den başlayarak gerçekleştirdikleri Latin Amerika yolculuğu esnasında tuttukları günlüklerden uyarlanan ‘Motosiklet Günlüğü’, Che’nin bildiğimiz ‘Che’ olmadan önceki yılları hakkında bir yol filmi olarak tanımlanıyor. Guevara daha sonra Marksist bir devrimci olmuştur, film henüz genç Guevara'yı ele almakta ve doğrudan politik görüşlerine fazla yer vermemektedir.

Motosiklet Günlükleri gerek bir insan gerekse olgunlaşma sürecindeki bir devrimci olarak gerçekçi bir Che portresi çiziyor. Politik değil de insani ve sosyal yönlerine yer veriliyor,filmin biyografik olduğu düşünülürse olağan bir durum.

Filmden güzel bir söz:
''bizim gibi kaşifler burjuvalara otel parası ödemektense ölmeyi tercih ederler''

Yolculuğun başlangıç aşamasında kaleme aldığı notlarda kendisini şu şekilde tanımlamış: 

"radikalizmi hiçbir zaman benimsenebilir bir siyasal konum olarak düşünmemiş"
 Che Guevara'nın günlüklerine noktayı koyan cümle:
"Bedenimi savaşa hazırlıyorum; varlığımı, muzaffer proletaryanın canavarca uğultusu yeni bir kuvvet ve yeni bir umutla yankılansın diye kutsal bir tapınağa çevireceğim."
 

Mou gaan dou / Kirli İşler (2002)

 
 



Kirli işler bu köstepek işleri...Olay sade, az ve öz bir anlatım ile yansıtılmış Kore versiyonunda.

Filmi 'The Departed' ile kıyaslayanlara katılıyorum, bu doğrultuda puanım +1 şeklinde 'Mou gaan dou'dan yana.



 

Alageyik (1958)

 





'Alageyik' Ylmaz Güney'in Atıf Yılmaz ile tanışması ve de sinemaya adım atması bakımından önem arzeder. Benim için ise defalarca izlediğim filmler listesinde yerini almıştır, bunda çocukluk döneminde VHS kasetlerderden bolça izlemenin katkısı büyüktür.

Başolünde Cüneyt Arkın'ın olduğu yeniden çevrilmiş bir uyarlama daha bulunmakta çıkış noktası Yaşar Kemal olan.



 

Alien: Resurrection / Yaratık: Diriliş (1997)

 




Sinemayla sinema'da tanıştığım film...Filmin serinin içinde ya da tek başına önemi yoruma açık ama benim için biraz korkulu bir başlangıç olmuştu.



 

Yedi belalilar (1970)

 




Yılmaz Güney sinemasının belli bir döneminde 'western' filmlerinin etkisini çok rahat görebiliyoruz. 'Yedi Belalılar' da onlardan biri olarak, senaryo, karakterler bizden ,Türk işi olarak karşımıza çıkıyor.

Filmde en önemli unsurladan biri de Barış Manço'nun sözsüz hazırlanmış olan 'Anadolu' melodisidir. Birçok sahnede alttan alttan kendini belli ediyor.



 

Deprem (1976)

 




Şerif Gören'in yönetmenliğinde yeşilçam'ın iki devi Kadir İnanır ve Türkan Şoray'dan 70'li yılların en güzel filmlerinden biri.

Benim için filmin unutulmaz sahnesi Kadir İnanır ve Türkan Şoray'ın karşılıklı 'Zeynep' türküsünü söyledikleri bölümdür.(Kendi seslerinin olmamasını, doğru şekilde playback yapamamalarını unutun gitsin!)



 

Once / Bir Zamanlar (2006)

 
 



Müziğin filmin bütününe güzel bir şekilde işlendiği nadir hikayelerden sanırım.

Bunda başroldeki Glen Hansard'ın İrlandalı bir müzik grubu olan The Frames'ten gelmesinin büyük bir etkisi olduğu gözüküyor.

Ses ve müziğin filmi taşıdığını düşünüyorum, diğer taraftan yürüyen aşk hikayelerinin, yakınlaşmaların vs. izleyiciye/bana tam anlamıyla ulaşamadığı hissi puan kırmama sebep.



 

Coupling (2000-2004)

 




Nadir yabancı dizi seyreden birisi olarak hem yayınlandığı zamanda 'cnbc-e' ekranlarından hem de daha sonraları arşivime katarak tekrardan seyrettiğim bir dizidir: 'Coupling'

Bu komedi dizisinin espri anlayışlarıyla adı çıkmış bir memleket, İngiltere orjinli olmasının da başarısının yarattığı farkı anlamak açısından önemli.

Dizi içerisinde dönen cinsellik muhabbeti bir anlamda evrimin her alanda uygulamaya açık olduğunun bir kanıtı niteliğinde. Bizdeki belden aşağı muhabbet içeren filmlere-dizilere prim verenlere seyretmeleri önerilir.



 

Zeyno (1970)

 




Yönetmeni, oyuncuları ve konusuyla iyi bir film için herşeye sahip. Kırsaldan kente taşınan kan davasının aşk ile içiçe geçmesi bir düğüm oluşturuyor, sanki bu durum filmden birşeyler alıp götürüyor.

Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney ve Hülya Koçyiğit zaten hak ettikleri övgüyü almıştır, benim filmde ayrı bir yere koyduğum insan Aliye Rona(anne rolüyle).

Ayrıca filmde aşk'ın Zeynep'i nasıl Zeyno'ya dönüştürdüğüne tanık oluyoruz.






 

Canım Kardeşim (1973)

 




70'li yıllar Türkiyesini sinemaya başarılı biçimde yansıtan bir Ertem Eğilmez-Sadık Şendil ortaklığı örneği. Eğilmez'in filmleri içerisinde farklı bir noktada duruyor zira küçük Kahraman'dan yola çıkarak sınıfsal farklılıklara ve tüm yapıya kamerasını çeviriyor. Bu bakımdan filme toplumcu-gerçekçi filmler arasında yer verebiliriz.

Sunduğu panorama itibariyle ağır etkileri olan ancak aşina olduğumuz oyuncu kadrosunun bir nebze de olsa bunu azaltır özelliği vardır. Kan, TV vs. gibi konularda işin dozu çok iyi ayarlanmıştır, (Cahit Oben imzalı) müzikler de buna olumlu anlamda katkı yapmış. Konusu, oyunculukları, müzikleri...sinemanın çoğu unsuru bakımından başarılı bir filmdir.

5. Adana altın koza film şenliği, 1973 - Erdoğan Engin - En iyi görüntü yönetmeni
5. Adana altın koza film şenliği, 1973 - Ertem Eğilmez - En iyi yönetmen
5. Adana altın koza film şenliği, 1973 - Cahit Oben - En iyi müzik
5. Adana altın koza film şenliği, 1973 - En iyi 2. film

 Ayrıca; Yeşilçam'ın çocuk oyuncuları içerisinde küçük 'Kahraman'ın yer aldığı az sayıda ve de değerli filmlerden dolayı ayrı bir yeri vardır bende.

 
 

Eternal Sunshine of the Spotless Mind / Sil Baştan (2004)

 

 



Mottosu ''birini aklından silebilirsin ama kalbinden silmek başka hikaye'' olan farklı bir aşk filmi.

Filmi sinemanın bütün unsurları açısından değerlendirirsek 'kurgu' ön planda yer alacaktır. Hem flashback'lerin hem de flash forward'ların kullanılmasından dolayı izleyicinin konuya dahil olmasının zor olacağı düşünülse de, yakaladığınız anda bu durumu kendi lehinize çevirebilirsiniz.

Jim Carrey'nin diğer filmlerinden ayrı bir kulvarda, başarılı bir örnek olarak değerlendirilebilir. Tabi elmanın diğer yarısı Kate Winslet'ın da katkılarını boş geçmemek lazım.



 

13 Ağustos 2013 Salı

Zavet / Bana Söz Ver (2007)





Emir Kusturica'nın 'Çingeneler Zamanı' filminden sonra en beğendiğim filmi.

Filmde herşey var...Komedi ve dram ilk akla gelen unsurlar olmasına karşılık filmde beni çeken konu 'aşk' oldu. Filmin sürekli bir hareket halinde olan, bitmek bilmeyen bir temposu var ve 'aşk' bu tempo içerisinde çok eğlenceli bir hal alıyor.



Varjoja paratiisissa / Cennetteki Gölgeler (1986)

 




Finlandiyalı yönetmen Aki Kaurismaki'nin İşçi Sınıfı Üçlemesi adını verdiği serinin ilk filmi.Sade oyunculuklarla basit bir sinema dili kullanan yönetmenimiz ''kısa kısa'' anlatmayı seviyor.

Filmde aşk'tan daha çok ilgimi çeken Kaurismaki'nin kadın-erkek ilişkilerine ülkesi özelinde yaklaşarak eleştiriler getirmesi.Bunun bi nevi tersini romantik olmayan kentten sürekli bir kaçış arayışı olarak görüyoruz.



 

Roman Holiday / Roma Tatili (1953)

 




Seyrettiğim ilk Audrey Hepburn filmi. Böyle bir filmle giriş yapınca hayranlık kat kat büyük oluyor.

Audrey Hepburn için de önemi olan bir film olduğunu hayatını anlatan kısa belgeselde seyretmiştim.Zira filmin çekileceği dönemde daha 20'li yaşların başındaydı ve İngiltere'de tiyatro çalışmalarını yürütüyordu. Bu çalışmalardan bulduğu kısıtlı bir zamanda film için yapılan deneme çekimine katılmış ve çekimi yapanlar o'na hayran kalmışlardır. Bunda o dönem Amerika sinemasında ön planda olan M.Monroe ve J.Mansfield gibi isimlerden farklı karakterde bir yetenek keşfettikleri düşüncesinin olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca film Roma'nın tarihi-mimari güzellikleriyle beraber güzel bir aşk hikayesi sunuyor.

Filmin sevilen sahnesi:
Saray'da Prenses basın mensuplarıyla konuşmaları, bakışmalar vs. derken gözler Gregory Peck'i arıyor ve buluyor...

 

 

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Viridiana (1961)

 




Bunuel filmlerinin en dikkat çekici konularını burjuvazi eleştirisi ve bunu besleyen alt öğeler olarak cinsellik ve din oluşturur diyebiliriz. Viridiana filminin faşist bir dönemden geçtiğini de bir tarafa not ederek daha çok dini alana ağırlık vermiş Bunuel.

Hem rahibe Viridiana hem de dilenciler gibi kişi veya topluluklar üzerinden bir inanç resmi sunuluyor bizlere, son sahnede işin boyutu sınır tanımayan cinsten.

Bunuel'in Hiristiyanlik eleştirilerini içeren bazı sahneleri nedeniyle İspanya'da 1977'ye dek, 16 sene boyunca yasaklı kalmıştır. Filmin Leonardo da Vinci'nin Son Akşam Yemeği tablosunun söz konusu olduğu sahnesi, Vatikan tarafından dine küfür olarak yorumlanarak özellikle kınanmıştır.

Film, Benito Pérez Galdós'un kitabından uyarlandı.Ayrıca,Paris' e gönderilen kopyalar sayesinde yok olmaktan kurtarılmış ve Cannes Film Festivali' nde Altın Palmiye ödülünü kazanmıştır. ~tr.wikipedia.org~

Filmdeki göndermelerden bazıları:

-'Son akşam yemeği'sahnesi: Vatikan küfür olarak algılamış(bu bölümde birçok ayrıntı var)
-Rahibe'nin uyurgezer olduğu sahne'de bilinç altı üzerinden Kilise'ye gönderme...
-'Eniştenin' ölümü sonrası aynı evi paylaşan iki varis'in kalması Katolikleri kızdırmış...
-Son kısımda hizmetçinin küçük kızının İsa taçını ateşe fırlatması...
 

You Don't Know Jack / Doktor Ölüm (2010)

 




Filmi bir yandan ilerleyen 'ötenazi tartışmaları' ve diğer yandan siyasi göndermeleri gibi iki ayrı başlıkta değerlendiremeyeceğimizi düşünüyorum.Zira filmin hikayesi gerçek yaşanmışlıklara dayanıyor.Yani iki konu ayırt edilemez, bu hikayeye özel içiçe geçmiş haldedirler.Bu noktada Amerikada yaşayan Ermeni asıllı insanların varlığını özellikle de etkin olma durumlarını da göz önünde bulundurursak; Kevorkian'ın hayatının bu şekilde resmedilmesininin doğal olduğu su götürmez.Üzerinde durulabilecek ''Al Pacino böyle bir projede neden yer alır?'' sorusunun cevabında da diaspora'nın etkisini siz düşünün.

Al Pacino gibi sinema tarihinin en iyi oyuncularından birisinin geldiği yaş itibariyle 'dem' durumunu işin içine katarsak daha ölçüp biçilmiş güzel bir projede yer almasını isterdim.Olmadı ama sırf onun hatrınadır puanım.



 

Belle de jour / Gündüz Güzeli (1967)

 




Film, Joseph Kessel'in kitabından uyarlanmış.

Burjuva bir Fransız hanımefendisinin haz dünyası içinde fantezilerle gerçekler içi içe geçmişken o içgüdülerini dinleyerek fantezilerden yana tercihlerde bulunuyor. Bunuel filmde kadının sahip olduğu değerler ile fantezi dünyası arasında kalması ile oluşan ikileme vurgu yapıyor. Bir kez daha oklarını burjuva ahlakına yöneltirken usta yönetmen; konunun göbeğinde cinsellik olmasına karşın işin içinden sade ama soru işaretleri barındıran bir sinema dili kullanarak başarılı bir şekilde çıkıyor.

Bunuel'in ilk renkli filmi olma özelliğinin yanısıra Altın Aslan ödülünün de sahibidir film. Usta yönetmenden bir cameo örneği de bulundurur filmimiz.



 

Bronenosets Potyomkin / Potemkin Zırhlısı (1925)

 




Sovyet sinemasının en büyük isimlerinden Sergei M. Eisenstein'ın 'Stachka(Grev)' sonrası ikinci filmi.

1925 yapımı filmde yönetmen devrimin ilk kıvılcımını 1905 gibi kritik bir dönemde Potemkin Zırhlısının hikayesinden hareketle 'Adamlar ve Kurtçuklar,limanda drama,ölü bir adam adalet arıyor,Odessa merdivenleri, süvarilerle hesaplaşma şeklindeki beş bölümden oluşturarak aktarmış.

Devrimden sonra bir nevi ısmarlama olarak yapılmış bir film olması değerinden birşeyler alıp götüremez zira gerçek yaşanmışlıklardardır çıkış noktamız.



 

The Truman Show / Truman Şov (1998)

 
 
 



Kendine özgü senaryosu ve iyi kotarılmış kurgusuyla farkını hissettiren bir film. Jim Carrey'nin seyrettiğim filmleri içinde en beğendiğim diyebilirim.

Sinemada TV eleştirisi yapılması fazla rastlanan bir durum olmadığındandır film daha bir kıymetli hale geliyor.

Dikkat filmi anlatır : ''Dünya bir sahne ve senin hayatın canlı yayında.''

Filmden bazı diyaloglar:
•Genç Truman: Ben kaşif olmak istiyorum, tıpkı Büyük Magellan gibi.
Öğretmen:[Haritayı gösterek] Geç kaldın, burda keşfedilecek yer yok!

•Truman: Lauren ? Di mi ? Kitabın üzerinde öyle yazıyor.
Lauren: Lauren. Evet evet doğru.
Truman: Ben de Truman
Lauren: Evet, biliyorum.Bak Truman,seninle konuşmama izin verilmedi, anlıyor musun ?
Truman: tabi, anlayabiliyorum.Ben hayli tehlikeli biriyim.

•Meryl: Truman, yavaşlayabilir misin?
Truman: Evet, yavaşlayabilirim. (hızlı gitmeye devam eder)

 

Butch Cassidy and the Sundance Kid / Sonsuz Ölüm (1969)

 




Amerikan sinemasının iki önemli ismi Paul Newman ve Robert Redford 'tan farklı karakterlere sahip olmalarına rağmen hayatı önemsememek noktasında birleşen canciğer arkadaşların çıktıkları yolculuğu anlatan bir western filmi. Bu yolculukta son sahneye kadar 'sonsuz' bir arayış içindeler.

Seyrettiğim 'western' filmleri arasında ilk 10'daki yerini aldı.



 

Gülbeyaz (2002)

 




Karadenizi konu alan dizi ya da sinema filmlerinde genel-geçer bir sıkıntı halini almış 'şive' sorununu Gülbeyaz dizisi ve Şevval Sam özelinde nispeten aşılmış durumda görmüştük bu da başarılarında etkili olmuştu.

İkinci klasikleşmiş durumlardan bir tanesi: Karadeniz orjinli dizilerin bölgede başlayıp birkaç bölüm sonra İstanbul'a taşınmasıydı.Bu durum aynen devam ediyor...

Dizi ayrıca ülkede Kazım Koyuncu'yu tanımayanların o'nu tanımasına da vesile olmuştur. Dizinin ve Kazım'ın Şevval Sam'ın müziğine etkilerini günümüzde de görmekteyiz.



 

Quills / Düşlerin Efendisi (2000)

 




Güzel filmdi. Dinsel, cinsel ve işkence gibi konular geçtiği dönemin tarihini de es geçmeyerek çok iyi yansıtılmış. Sade'yi konu alarak yapılan zor seçimin altında ezilmemiştir.

Filmde en dikkat çeken 'Geoffrey Rush'ın performansı. Sadece onun oyunculuğunu seyretmek için de tavsiye edebileceğim bir film.



 

Dancer in the Dark / Karanlıkta Dans (2000)

 
 



Hayatı müzikalmişçesine yaşayan yada daha doğru bir ifadeyle 'yaşamak isteyen' kadının hikayesi. Bunda yaşadığı görme bozukluklarının ve gerçek hayatta dönen binbir türlü dolaba yabancılık çekmesinin de büyük etkisinin olduğunu düşünüyorum.

Lars von Trier'in seyrettiğim filmleri arasında en beğendiğim filmi. Ayıca her ne kadar Björk'ü bilsem de kadın vokal olarak dinlediğim birisi değildi.Fakat yönetmen o'nun bu kendine özgü müzik anlayışını filmle çok iyi birleştirmiş.



 

Süper Baba (1993–1997)

 




-ATv, ülkemizde yayınlanmış ve klasik haline gelen dizileri ekranlara getirmekte oldukça başarılı bir kanal sanırım.'Süper Baba' da bunların en önemlilerinden biri.

-Bütün aile bireyleri arsındaki bağlar, o sıcaklık çok iyi yansıtılmış.(Memleketlerinde yaşadıkları maceralar favorilerim arasında)

-Şevket Altuğ gibi değerli bir oyuncunun böyle bir projeden sonra ekranlara uzun yıllar uzak kalmasının da sevenlerini üzdüğünü söylemeden geçemeyeceğim.



 

Frankie And Johnny (1991)

 



Belli yaşlara gelmiş yetişkinlerde o zamana kadarki yaşanmışlıklarından dolayı bağlanma takıntıları aşkın kıyısında köşesinde kalmalarına neden olabilmekte. Ancak filmde orta yaşlardaki(Al Pacino) hapisten yeni çıkmış, hemencecik aşçı olduğu mekanda çalışan güzel kadının (Michelle Pfeiffer) örtüğü duvarları ufaktan ufaktan, bazen nazikçe bazen zorlayarak kırmaya çalışıyor.



 

8 Ağustos 2013 Perşembe

Tengoku to jigoku / Yüksek Ve Alçak (1963)

 


İki ustayı; yönetmen Akira Kurosawa ve oyuncu Toshirô Mifune'u biraraya getiren filmlerden biri. Konusu/hikayesi bakımından usta işi bir olay örgüsü, polis prosedürü içeren film; kendisinden sonra gelen örnekleri de etkilemiş(ilham kaynağı) olduğundan ben bunu bir yerden hatırlıyorum diyebilirsiniz.

Kurosawa filmografisinde de kırsal değilde şehirde, içinde samuraylar değil de işletmeler vs. geçmesinden dolayı farklı bir yerde duruyor.

Filmin ismini de farklı anlamlar yüklenebilir. Ekonomik açıdan bir seviye ile ilişkili tarafların evlerinin konumlarına yönelik bir mesaj da olabilir, diğer yandan gelişen fidye verme/vermeme durumlarına yönelik vicdani açıdan bir atıf da olabilir.



 

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Birdman of Alcatraz / Alkatraz Kuşçusu (1962)

 



Alışılmadık bir mahkumun uzun yıllara yayılan bir mahkumiyet hikayesi.

İşin içinde hapishane olunca direkt kaçmak ile ilgili konular akla geliyor ancak karşımızda istisnai bir örnek var. Gerçek bir yaşam öyküsüne dayanan filmde bütün klişeleri/kalıpları zorlayan bir insan Robert Stroud. Hatta bunun sistemin bir ürünü olan hapishaneden hareketle bütün dünyaya yayabiliriz. Burada farklı bir duruş var çünkü.

Siyah beyaz çekimler de farklı yanlarından biri ayrıca.

Filmi sevenlere ayrıca önerim: Papillon-Kelebek (II) (1973)

Filmden: 'hapishane müdürü Harvey ile Stroud arasındaki diyaloglardan biri:
RFS - Beni duyabiliyor musun, Müdür Bey?

Harvey, ben Bob Stroud.

HS - Seni duyuyorum, Stroud.

RFS - Seyret.
D blokta artık hiç silah kalmadı.
Askerleri durdurabilirsin, Harvey.
Burası Iwo Jima değil.

HS - Ya Logue ve Burns?

RFS - Öldüler.
Tabii, bizi öldürmek istiyorsan eğer,
küçük bir atom bombası atabilirsin.

HS - Orada hiç silah olmadığını
nereden bileceğim?

RFS - Çünkü sana ben söylüyorum.

HS - Sanırım artık D bloğa tehlikesizce
girebiliriz. Ateş etmek yok.

Asker - Efendim, bir mahkûmun sözlerine mi
inanacaksınız?

HS - Bu mahkûm 35 yıl boyunca
başımın belası oldu.
Ama şunu kabul etmem lazım:
Bana hiç yalan söylemedi.

 

 

Cet obscur objet du désir / Arzunun Şu Karanlık Nesnesi (1977)

 

 


Her şey bir yana Bunuel'in son filmi olmasından dolayı ayrı bir değere sahip. Gerçeküstücü sinemanın usta isminden iyi bir örnek daha var karşımızda. Pierre Louys'un "Kadın ve Kuklası" isimli romanından Bunuel işi bir uyarlama.

En İyi Yabancı Film ve En İyi Senaryo dallarında Oscar'a aday gösterilen yapım, Sinema Yazarları Derneği tarafından En İyi Yönetmen Ödülü'ne layık bulundu.

Buñuel'in son filmi olma şerefine nail olan filmini ahlak üzerine kuruyor ve bir tarafta burjuvayı temsil eden Fernondo Rey; diğer tarafta ise arzularını karşılamak istediği hizmetçisi bulunuyor. Mathieu'nun, cinsel deneyimi ve güveni olmayan Conchita'nın(Carole Bouquet ve Ángela Molina) davranışlarındaki tutarsızlıklar karşısında yaşadığı psikolojik değişimler ustaca yansıtılıyor.



La double vie de Véronique / Véronique?in İkili Yaşamı (1991)

 




Kieslowski'nin dekaloglar ile üç renkler serisi arasına koyduğu filmi. Filmin adında bazı değişimler olmuş.İlkin senaryoda adı 'koro kızı' şeklindeymiş. Kieslowski'ye senaryoda Piesiewicz, müziklerde Preisner ve iki kadının(Véronique ve Veronika) paralel hayatlarını canlardırmadaki başarısıyla Irene Jacob eşlik ediyor.

Bu filmin bir ayağını Fransa oluşturması ve genel politik seyirden dolayı Kieslowski Polonya dışında çalışmalarına devam ediyor. 

Filmden:
Kuklacının atölyesinde Véronique ile kuklaların iki tane olmasıyla ilgili diyalogları filmi anlatır nitelikte...Ve son sahnede kukla olmak yerine ağaç olmak istemektedir.

 

 

Escape from Alcatraz / Alcatraz'dan Kaçış (1979)

 




Don Siegel ve Clint Eastwood birlikteliğinin son filmiinde, J. Campbell Bruce’un eserinden çıkmış başarılı bir uyarlama var karşımızda. Hatta yarattığı etki kendisinden sonra gelecek benzer konuda filmlerde fazlaca hissedildi.

Hapishane filmleri içinde ve/veya Alcatraz ile ilgili olan filmler açısından da en beğendiklerimden. 'Kaçış' fark yaratan özelliklerinden. Ayrıca nispeten genç Eastwood'u seyreylemek de güzeldi.

Alcatraz ile ilgili önerebileceğim bir film: Birdman of Alcatraz-Alkatraz Kuşçusu(1962)



 

Eğreti Gelin (2005)

 



Film sinemamızın en önemli yönetmenlerinden Atıf Yılmaz'ın son filmi olma şerefine nail olmuştur. Sadece bu yönü bile o'nu değerli kılıyor.

Yaşadığı toplumun sorunlarını sinemaya taşımaktan kendini alıkoymayan yönetmen,filmografisine kadın temalı filmlerden birini daha eklemiş.Anadolu'da var olmuş/olan gelenekselleşmiş bir durumu yani ''hali vakti yerinde olan ailelerin gençlerini evliliğe hazırlama görevleri olan 'eğreti gelinleri'' konu almış.

Ayrıca film genç oyuncu Onur Ünsal'ın ilk sinema deneyimi.



 

Sasifelek Çikmazi (2000)

 



Oyuncu kadrosunda değişiklikler, yayınlandığı kanalın değişmesi gibi ters tepebilecek olaylarla karşılaşmasına rağmen başarılı dizilerimiz arasında yer alıyor. Çağan Irmak da ilk işlerinden biri olarak projede bulunuyor.



 

Uçurtmayı Vurmasınlar (1989)

 



Film, Feride Çiçekoğlu'nun yazdığı kitaptan uyarlanarak sinemaya aktarılımıştır.

1989 senesinde düzenlenen İstanbul Film Festivali'nde "Yılın Filmi" ödülünü almıştır. Akdeniz Film Festivali,Golden Butterfly, Ragazzi Belinzona, Lyon Çocuk Filmleri Şenliği'nde de ödüller almıştır.

Barış'ın gökyüzüne bakışının anlamı paha biçilemez.


 

6 Ağustos 2013 Salı

Umut (1970)

 




Umut, Yılmaz Güney'in kendi filmografisi içinde; sonrasında çevireceği toplumcu-gerçekçi filmler açısından bir öncü, kullanılan sinema tekniği ve diliyle önceki filmlerinden ayrı bir noktada duruyor. Kariyerinin belli bir dönemi vurdulu kırdılı filmlerle geçen Güney, filmle gerçekçi akıma yeni bir örnek kazandırıyor.Şerif Gören'in yönetmenlikte ve senaryo'da, Tuncel Kurtiz'in oyuncu olarak katkılarını da hatırlatalım.

Sansür Kurulu, filmde yer alan faytoncunun giyimi ve kuşamının fakirliğin bir sembolü olarak ele alınmasını, zengin otomobil sahibi hakkında takibat yapılamayacağı kanaati verilmesini, faytoncunun iş ararken zengin-fakir ayrımı yapılmasını, Cabbar'ın Amerikalı zenciyi soymasını, sabah namazının güneş doğarken kılınmasını sakıncalı bularak, filmi uzun süre yasaklamıştır.

Filmin Kazandığı Ödüller:
En İyi Film, 2. Adana Altın Koza Film Festivali, 1970
En İyi Yönetmen, 2. Adana Altın Koza Film Festivali, 1970
En İyi Senaryo, 2. Adana Altın Koza Film Festivali, 1970
En İyi Erkek Oyuncu, 2. Adana Altın Koza Film Festivali, 1970
En İyi Müzik (Arif Erkin), 2. Adana Altın Koza film Festivali, 1970
En İyi Fotoğraf (Kaya Ererez), 2. Adana Altın Koza Film Festivali, 1970
En İyi Erkek Oyuncu, Antalya Altın Portakal Film Festivali
Grenoble Film Festivali, Seçici Kurul Özel Ödülü

 

Büyük Adam Küçük Aşk (2001)

 




Farklı dillere sahip iki yalnız ,yaşlı adam ile küçük kızın önceleri birbirlerini terslemeri-sonraları yavaş yavaş birbirlerini sevmeyi öğrenmeleri temelinde 'ötekileştirme' kavramına dikkat çekiliyor.

Büyük Adam Küçük Aşk, 2001’de gösterime girdikten beş ay sonra yasaklanmış, sonra yasağı kaldırılmış. Filmden kısa bir süre sonra kaybettiğimiz değerli oyuncu Şükran Güngör bu durumu şöyle iğneleyici bir şekilde yorumlamıştı: 'Sevgiyi mi yasaklayacaklar?'

Filmin adaylıkları ve kazandığı ödüller:
Adaylıkları
2002 Kahire Uluslararası Film Festivali - Altın Piramit (Handan İpekçi)
2003 Uluslararası İstanbul Film Festivali - Yılın en iyi Türk filmi
Kazandıkları
2001 Antalya Altın Portakal Film Festivali - En iyi film (Handan İpekçi)
2001 Antalya Altın Portakal Film Festivali - En iyi senaryo (Handan İpekçi)
2001 Antalya Altın Portakal Film Festivali - En iyi yardımcı erkek oyuncu (İsmail Hakkı Şen)
2002 Antalya Altın Portakal Film Festivali - En iyi yardımcı kadın oyuncu (Füsun Demirel)
2002 Antalya Altın Portakal Film Festivali - Jüri Özel ödülü (Dilan Erçetin)
2001 Kahire Uluslararası Film Festivali - En iyi senaryo (Handan İpekçi)
2001 Kahire Uluslararası Film Festivali - Gümüş Piramit (Handan İpekçi)-Ticket to Jerusalem (2002) ile beraber.
2001 Köln Akdeniz Film Festivali - En iyi senaryo (Handan İpekçi)
2003 Uluslararası İstanbul Film Festivali - Ulusal Yarışma Halkın Tercihi ödülü (Handan İpekçi)

 

 

Il mio nome è Nessuno / Benim Adım Hiç Kimse (1973)

 



Sergio Leone'nin western filmlerindeki başarısı malumunuzdur. Bu türe kazandırdığı güzel bir örnekle daha karşımızda, izledikten sonra pişman olmayacaksınız. Genel özelliklere komedinin de katılımıyla keyifle izlenecek bir yapım.

Filmi farklı kılan en büyük etken Henry Fonda'nın bildiğimiz usta oyunculuğuna genel western film karakterlerinin hiçbirine benzemeyen bir isim olarak Terence Hill'in eklenmesidir.