Fahrenheit 451 / Değişen Dünyanın İnsanları (1966)
Truffaut'nun şimdiye kadar izlediğim filmleri içinde "suya sabuna dokunmak" deyiminin içini fazlasıyla dolduran bir örnekti. Yönetmenin ilk renkli filmi olması bakımından da önemli olan bu eser; hem uyarlandığı romanın yayım tarihi hem de filmin gösterim tarihi koşulları göz önünde tutulduğunda karşımızda oldukça başarılı bir distopik film var diyebiliriz.
Bradbury ve Truffaut, kağıtın yanmaya başladığı bu ısıdan hareketle geleceğe ışık tutmuştur, ilerici eseri farklı platformlarda insanlara sunmuşlardır. Temellendirmelerden bir tanesini teknolojinin/tv'nin insanoğluna "afyon" derecesinde olan etkileri olduğunu söyleyebilirim. Kanaatimce bu eser her daim güncelliğini koruyacaktır çünkü olayların merkezine insanoğlu konulmuştur. Polis Devleti'yle ilişkilendirilebilecek şekilde farklı görev tanımları ve ağırlıkları karşımıza çıkmakta. Belirgin bir şekilde "yürütme" varlığını hissettirmemektedir ancak bunu itfaiye veya tenoloji/tv eliyle bir fiil yapmaktadır.
Julie Christie'nin güzelliğine diyecek sözüm yok, aslına bakılırsa oyunculuk olarak da iyi bir iş çıkardığını söyleyemem(Bu durumu filmdeki bütün oyunculuklara genelleyebilirim. Ön plana çıkarılmamaya çalışılmış hissiyatı oluştu bende). Oyuncuya yönelik daha doğrusu canlandıdığı iki farklı karakterin bu düzen içindeki konumları ve seyir açısından kritik role sahip olmaları daha fazla önem teşkil ediyor.
Bu tür değerli eserlerin uyarlamalarında eksik kalan tarafların olması, bunların eleştiri yoluyla dile getirilmesini olağan karşılıyorum. Bu yönetmen özelinde böyle bir bakış açısı ortaya çıkmıştır deyip geçilebilir de. İçerikten farklı ama paralel olarak yönetmenin ilk kez ingilizce bir film çekiyor olmasının da aktarımın izleyicinin beklentilerini karşılayamamasında bir etken olduğunu düşünüyorum.
Filmden-1 : Pazartesi Miller yakarız, salı Tolstoy, çarşamba Walt Whitman, cuma Faulkner,cumartesi ve pazar da Schopenhauer ve Sartre...
Filmden-2 : Romanlar asla varolmamış insanlar hakkında yazılmıştır ve gerçek olmayan yaşamları anlatır, halk bunları okuyup hayatlarını başka şekilde yaşamak ister, felsefe kitapları yazarlarının hepsi aynı şeyi söylemektedir "ben hakılıyım sen aptalsın", biyografiler ölüler hakkında hikayelerdir. Yazarlar, ego tatmini ve başkalarından farklı olabilmek adına kitap yazarlar.
Bu filmden sonra henüz izlememişlere tavsiye: 1984.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder